1. HABERLER

  2. BLOG

  3. İflas etmenin yolları
İflas etmenin yolları

İflas etmenin yolları

Birey olsun, kurum olsun, devlet olsun nihai hedefin silinmeyen derin izler bırakmak olsun.

A+A-

İtme gücü, çekim gücünden her zaman daha etkili olmuştur. Bir insanı kolay kolay beğenmeyebiliriz fakat ondan anında soğuyabiliriz. Buna paralel olarak insan bilinci olumsuz şeyleri daha çabuk algılar. Yazar da bu teoriyi göz önüne alarak anlatmak istediği her şeyi tersten anlatıyor. İşin içine biraz da espri katıyor, lakin bizim için önemli olan ekonomi ile ilgili olan anlam boyutu. Bize aşılamak istediği, iflas etmenin yollarını anlatıyor ki iflas etmemeyi öğrenelim. Kitap üç ana bölümden oluşuyor. Bireysel İflas, Kurumsal İflas ve Ulusal İflas.

Bireysel İflas:

Çabuk gaza gelen insan çabuk kaybeder. Biz türk insanının en büyük özelliğidir ki çok çabuk gaza gelebiliyoruz. Başkalarına güvenmeden önce kendimize güvenmeliyiz. Kendi işimizi daima kendimiz yapmalıyız. Bir başkası sizin işinizi yaparken kendisi için en iyi olanı göze alarak yapar. Fakat kendi işimizi kendimiz yaparsak kendimiz için en iyi olanı yapmamız kaçınılmazdır. Beynimizde bu tür bir programlama mevcut. Doğal bir bencillik. Karışık gibi görünse de aslında gayet basit olan bir mantık düzlemi.

Çalışmak, kazanmak, başarılı olmak istiyorsan diğerleri ile aranda ciddi bir fark oluşturman gerek. Farklılıklar daima dikkat çeker ve sizi diğerlerinden ayıran en önemli etkendir. Tabi bu farklılığın da bir dozajı olmalı, öyle ipe sapa gelmez şeylerle farklılık abartıya dönüşür. Olmamız gereken bu farklılıklarda hedef daima büyük düşünmektir. Örneğin; bizler kamu yöneticileriyiz fakat ben dünyanın en iyi kamu yöneticisiyim gibi. Bir insanın yönetip yönetebileceği en büyük kurum bizzat insanın kendisidir. Bunun getirdiği bir artı da, defteri kâr veya zararla kapatmak yine kişinin kendisinin elindedir.

Bireysel iflasa uğrayanların bir kısmı da korkak olup, riske girmekten kaçınanlardır. Risk almayanlar asla büyük işler başaramazlar, daima küçük işlere ve başarısızlığa gebedirler. Bir riske girdiğimizi varsayalım. Başarma ihtimalimiz %0 iken, aniden %50’ye çıkıyor. Bu tür risklerde durum hep aynıdır. Başarırsın veya başaramazsın, yani başarma ihtimalin %50. Bir başka iflasa sürükleyen illet de erteleme hastalığıdır. Günümüz popüler sorunlarından biri haline gelmiş olan erteleme hastalığı, güvensizlik ve tembelliğin doğduğu yerdedir. ‘’Bakarız, hallederiz, o iş kolay, günler torbaya mı doldu’’ gibi kalıplaşmış cümlecikler, gün geçtikçe hayatımızın bir parçası haline gelir. Al sana bireysel iflas! Ne demişler; zaman en iyi ilaçtır, fakat her ilacın da bir kullanım vakti var. O yüzden sen sen ol her ‘’ne demişler’’ diye başlayan cümlelere inanma.

Kurumsal İflas:

İflasın bir farklı tanımı da üretilebilecek değerle, üretilen değer arasında oluşan farktır. Bu farkı hiç yokmuş gibi gösterebilen bir kavram vardır ki, o da leh matematiğidir. Leh matematiği, kurum ya da kişilerin sürekli lehlerine hesaplar yaparak elde edilen başarıyı, elde edilebilecek olan başarıya tercih ettikleri bir göz boyama sanatıdır. Şirketlerin öz kaynaklarındaki reel artıştan yola çıkarak, ortada iflaslık bir durum söz konusu olmadığı hakkında sizi çok rahat ikna edebilirler. Örneğin bir buzdolabı şirketi olsun. Ben de müşteriyim. Mağazaya girdim, çeşitlere bir göz attım ve bir tanesini beğendim. Fakat mağazada gördüğüm hizmetten pek hoşnut kalmadım. Klasik ilgisiz satıcı yüzünden hiçbir şey almadan oradan ayrıldım. İşte o satıcı, benim beğenenip almadığım buzdolabının kârı kadar iflas etti. Bu tür küçük iflaslar ise birleşip kriz derecesine ulaştığında büyük iflaslara sebep oluyor. Oysa ki ne kadar çok ürün satarsan, o kadar çok da hammadde alırsın ve bununla doğru orantılı olarak ne kadar çok hammadde alırsan o kadar çok da pazarlık şansın artar. Böylece maliyetlerini azaltır, kârlılığını arttırmış olursun. Unutulmamalıdır ki modern pazarlama anlayışına göre rekabette üstünlük, büyük ölçüde iyi hizmete dayanır.

Eğer iyi bir kurumsan hedeflerin de daima yüksek olmalı. Ağaca çıkacaksanız yıldızları hedeflemelisiniz. Böylece en kötü sonuçla ağaca çıkmış, yani nispi hedefinize ulaşmış olursunuz. Aslında insanların yaptıklarından çok yapabilecekleri çok daha önemlidir. O başarabileceğin %50’lik kısım için çabalamak gerek. Mazeret üretmek yerine çözüm üretmek gerek.

Şöyle bir düşündüğümüzde Türkiye’de kaç firma, sektöründe dünyayı titretebilecek bir marka üretebildi? Evet, hiç kadar az. Bunun sebebi ise tek bir işe yoğunlaşmıyor olmamız. Adam çiğ köfte dükkanın camına fotokopi çekilir yazmış. Ne denir ki...

Bir diğer önemli faktör de kuruma alınan personel seçimi. Her gün x kadar büyüyen bir firmanın aslında her gün 4x kadar büyüyebileceğini hesap edemiyorlar. Uygun ve ‘’sadece o işte uzman olan bir personelle’’ 4 kat daha fazla büyüyebilir bir holding.

Benim en çok ilgimi çeken yerlerden biri ise muhalefet departmanı. Düşünsenize, her gün sizi eleştirsin, hatalarınızı yüzünüze vursun diye birilerine para ödüyorsunuz. Kusursuzluğa oynamak istiyorsanız, her türlü kusuru bulup imha etmelisiniz ki bunu da muhaliflerden başka en iyi kim yapabilir ki? Komplekslerinizi çöpe atın ve eleştirilmekten asla korkmayın. Başarının sırrı burada gizli. Henüz dünya üzerindeki hiçbir şirkette böyle bir departman yok. Umarım ileride gazete ve internetin iş ilanları bölümünde bu departmana ait iş alımı yapan şirket ve şirketler görebiliriz.  

Müşteri memnuniyeti de kurumların geleceği için önemli bir diğer unsurdur. Müşteri memnuniyetindeki bir birimlik artış, şirket kârında %30 gibi bir artış sağlayabiliyor. Eski ve sadık müşterilerin payı daha büyük bu kârda. Eski müşteriyi korumanın maliyeti yeni bir müşteri bulma maliyetinden daha düşüktür. Bu da sadık müşterilerinize onları mutlu edebilecek ufak sürprizler yapabileceğiniz anlamına geliyor. Müşteriye her türlü kolaylık sağlanmalıdır. Ambalaj kutularının açım kolaylığı, defolu malı geri alma, değiştirme gibi kolaylıklar sizi, müşterinizin vazgeçilmez tercihleri arasına sokacaktır. Fakat insanlar yani müşteriler genelde satın aldığı mal ile ilgili bir sorun karşısında satıcıya veya üreticiye küsmeyi huy edinmiş durumdalar. Mal ile ilgili sorunlarını, şikayetlerini satıyıca bildirmek yerine doğrudan diğer müşterilerle paylaşmakta oldukça cömertler. Bu nedenler her bir müşteriyle özenle ilgilenmeli ve müşterinin kendini özel hissetmesini sağlarsanız, aradaki o bağ kurulmuşsa, sizden kolay kolay vazgeçemez. Kendini özel hisseden müşterinin ikinci tatmini ise ürünün hayalindeki gibi olup olmadığıdır. Memnuniyetten sonra gelen ikinci altın kural da umdurulanın buldurulmasıdır çünkü. Kurumsal iflasın önüne geçilmesi için tek hedef para kazanmak yerine iyi hizmet verebilmek olmasıdır. Eğer bir kurumda para hedef haline gelirse, o kurumda iflas kaçınılmazdır.

Ulusal İflas:

Hiçbir devlet kurumunda bir memurun vatandaşa ‘’Nasılsınız, iyi misiniz?’’ diye bir soru yönelttiğini görmedim ben. Kamu memurları daima somurtkan ve vatandaşa vebalı muamelesi yapıyorlar gibi hissediyorum şahsen. Öyle olmasaydı özel sektör ile kamu sektörü arasındaki farkı nasıl anlardık ki zaten? Özel sektörde rekabet var iken, kamu sektöründe devlete güven mekanizması diye bir durum var. Kamu sektöründe de özel sektördeki gibi caydırıcı memnuniyet cezaları olsaydı emin olun o tüm somurtkan memurlar birer mutluluk meleğine dönüşüp etrafına gülücükler saçarlardı. İşin daha da temeline inecek olursak okullarda motivasyon ve kişisel gelişim dersleri olsaydı belki de bu olayların hiçbiri olmazdı. Öğrenciler bir yandan eğitimini alır, bir yandan da kişisel gelişimini tamamlarlardı. Böylece ülkede suç işleme oranı da oldukça azalırdı. Ama oldu bir kere, öyleyse zararın neresinden dönersek kâr değil mi? Neden hapishane üniversiteleri açılmıyor? Bu üniversitede suçlulara değerli oldukları bilincini bir aşılarsan o parmaklıklar ardından ne Einstein’lar çıkardı bir düşünsene. Geniş boyutlarda düşünecek olursak şu an ülkemizde anlık bir devlet modeli var. Örneğin bir sokak kazılıyor, kanalizasyon çalışması yapılacak. 4 ay sonra aynı yol bir daha kazılıyor. Bu kez de telefon hattı döşenecek. 5 ay sonra tekrar kazılıyor bu kez de doğalgaz boru hattı döşenecek. Güzel kardeşim neden bu hepsini sırasıyla aynı anda yapıp bitirmiyorsun bu işkenceyi? İnsanlar köstebek yuvası gibi o yollarda ne zorluklar çekiyor kim bilecek. Hem işçiye eziyet hem vatandaşa eziyet hem de devlete masraf.

Son olarak da medya gibi insanların duygularını değiştirebilecek etkiye sahip bir araç var. Bu araç neden uygun bir şekilde kullanılmıyor. Televizyonu açıyorsun kanalların yarısından çoğu gereksiz reklam ve aşk dizileri. E kardeşim insanlar bunu seviyor? İyi de sen faydalı şeyleri sıkıcı bir motifle işlersen onu kim sevebilir ki? Kim Milyoner Olmak İster programı gibi faydalı pek çok şey barınabilir boş boş zaplanan kanallarda. Medya öyle bir araçtır ki yaklaşık 80 milyon insanın duygularını değiştirebilir. Onlara pozitif bir enerji de verebilir, derin yaralar da açabilir veya onları bir hiçliğe de sürükleyebilir. Sanırım şu anki durum sonuncusu.

NOT: Erdal Demirkıran kitap özetidir. 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.